Perşembe, Kasım 3

Tohum.

Üçüncü belki beşinci denememden (çünkü şifremi dahi unutmuşum) sonra aylar ve de yıllar sonra bloguma ilk girişim. Maruz görelim bu gece beni dostlar hem biraz sarhoşum hem de yazmak nedir unutalı epey oldu. Buraya kadar yazdıktan sonra yarım saat kadar ekrana öylece bakıp birkaç şarkı dinledim devam ediyorum. Hatırlıyorum ilk yazmaya başladığım zamanlar içimin en derininin bir mengenede sıkıştırıldığını hissettiğim zamanlardı. Kanıyordum ve yazıyordum. Şimdi de kanıyorum. Birisi yahut bir şey yüzünden değil yaşadığım hayatın tümü yüzünden acı çekiyorum.

Çeyrek asırlık ömrüm boyunca her zaman saf duygular peşinde koşan bana bu hayat çok fazla mutsuzluk verdi. Bir kedinin kuyruk sallayışından, bir çocuğun tebessümünden duyduğum hazzı günlük yaşantımda, ikili ilişkilerimde bulamadıkça mutsuz oluyor ve yaralanıyorum. Yaşadığımız her ne varsa samimiyetin yakınından dahi geçmiyor; olan biten her şey bir görselden ibaret.

Ben kurduğumuz ilişkileri, ekilen tohumlara benzetiyorum. Ve kimse asıl önemli kısmın filizlenen çiçeğin kökü olduğunu düşünmüyor. Herkesin gözü çiçeğin yaprağında, tomurcuğunda. Göze hitap eden taraf iyiyse öyle böyle iş görür bir vakit tamam. Ama su lazım sonra özen lazım, sevgi lazım?? Kökleri güçlendirmek lazım, yaşatmak lazım?? Yılmadan usanmadan hep lazım?? Ömürlük?? Ömürlük mü?!! Etrafımız bir süre sonra toprağı susuz bırakılıp kök salamadan kurumaya terk edilmiş çiçeklerle dolu.

Ahh bir şey daha var tabii...  Her zaman toprağa da denk gelemezsin. Toprak sanarsın taş çıkar. Elinden geleni yapsan da filizlenemez tohum. Şarkıda dediği gibi "ben gönlünü toprak sandım taş imiş, meğer taşa tohum ekilmez imiş..." Bir yere bağlayabilecek gibiydim ama olmadı. Genelde bağlayamam zaten. Uyuyayım o vakit. Daha güzel gecelere...

Pazar, Mayıs 27

Alışmak.


Eğitim hayatımın son günleri. İçim ezik ezik, öyle bir buruğum. Biten her şey için bu kadar gözyaşı dökmem akıl işi değil. Sorsan gayet akıllı geçinirim. Değilim ama. Sorsan “kolay kolay alışamam” da derim sana. Lafta kalıyor bazı şeyler. Alışıyorum.

Önceki hayatımda sanırım bir muhabbet kuşuydum. Muhabbet kuşları kafes, yer, sahip vs.. hiçbir konuda değişiklikten hoşlanmazlar. Alıştığı şeylerde değişiklik olursa durgunlaşırlar, üzüntüden ölebilirler hatta yemek yemeyi bırakıp intihar edebilirler. O küçücük akılları bunları alan canlıların yanında sen gel bir de insanoğlunun alışmışlıklarını, özlemlerini düşün. Fazla..

Bir yeri bırakıp başka bir yere gitmek bile beni deliler gibi huzursuz ediyor. Ne sağlıksız. Hadi gittim diyelim bu sefer oraya alışıyorum dönerken asıl özlediğim yere dönüyor olmama sevinemiyorum. Laf sırası geldiğinde de alışmak, bağlanmak zayıfların işi diyorum. Ve ben kıçımın güçlüsü bir insanım. Bilgisayarımı dört senedir format attırmadan kullanıyorum. Sık kullanılanlar silinecek diye, dosyaları yedeklemeyi unuturlar, kurtaramazlar vs.. diye. Bok gibi yavaş işletim sisteminin yerine daha gelişmiş bir sistem yüklerler farklı bir arayüze gözüm nasıl alışır diye.. Hastayım.

Bunlar yine basit şeyler. Mesela odamdaki dolabı sağdan sola geçirdiğimde yeni düzeni en fazla iki gün yadırgarım geçer. Yedi sekiz yıldır cüzdanımda taşıdığım kalp şeklindeki taşı kaybettiğim için bir hafta ağlamıştım, unuttum. On dört yıldır bizle yaşayan kuşumuz yarın bir gün ölecek üç beş ay üzüleceğiz, geçecek. Ama insana alışmak diye bir şey var ki işte o çok fena.

Giderler, ölürler.. İnsan yokluğu çok zor. Yüzü silikleşiyor, anılar eksiliyor, sesi unutuluyor da giderken bıraktığı boşluk öylece kalıyor, kapanmıyor. Unutulmuyor. Sadece yok sayılıyor. Yokluğunu yok saymak. Yoksa ona da mı alışıyoruz? Sıçarım böyle alışkanlığa.

Bu gece de bunlarla güneşi doğduracağız anlaşılan. Canım sağ olsun. Dün neyi düşünürken kaçmıştı uykum? Neyse.. Zaten başını yastığa koyduğu gibi uyuyan insanları hiçbir zaman anlayamadım. Bana göre onlar ya dertsizdir ya da çok gamsız. Dertsizle gamsız aynıymış gibi değil mi? Ama değiller, öğren bunları.

Biraz alkol olsaydı. Ama biraz, az gelir. Bir ayarı var. Düşünemeyecek kadar çok içmek lazım. Bu yatağı kim böyle fıldır fıldır döndürüyor amk diye söylenirken sızacak kadar çok. Az içtinmi afedersin ama sıçtın demektir. Çünkü bu sefer düşünmekte yetmez anlatmak istersin. Bağıra bağıra ağlamak istersin ama tek başına değil. Gece boyunca aklını didik didik kurcalayan soruların cevabını almak istersin. Çok sıkıntılı. Aman telefona dokunayım deme. Git biraz daha içki al. Bu böyle olmayacak.

Cuma, Şubat 24

Biraz Eski Biraz Hayal.

Yaşadığı en güzel sonbahardan bir gün. Güzel diyebileceği son sonbahar. Son işte. Hava serin. Neyse ki odaları sıcak. Hatta epey sıcak. Kız duşa girmek için yataktan doğruluyor. Biraz terlemiş ama bu çok güzel. Terleri karışmış, aşk kokuyor her yanı. Suyun altına giriyor. Ilıcıktan biraz sıcak. Mutluyum mutluyum diye mırıldanıyor. Ama aynı zamanda az önce dünyanın en büyük suçlarını işlemiş gibi bir his de var içinde. Oysa ki sadece seviyor. Belki biraz da sevişmiştir. Ne var ki bunda? “Aştan başka bir şey yok bence” diyor ve omuz silkip köpüklere boğuyor kendini. Derken çocuk giriyor banyoya. Yine yüzünde o muzır ifade. Şımartılmak istiyor belli. Gidip sarılıyor kıza. Bir süre öylece kalıyorlar suyun altında.

Çocuğun üşüdüğünü gören kız bir an önce yıkanıp çıkmaları için köpüğünden arınıp başlıyor çocuğu yıkamaya. Rahat dursun diye de arada bir dürtüyor çocuğu. Saçlarını yıkıyor şefkatle sonra da vücudunu, o sadece kendine ait olan. Ayaklarına kadar sabırla ve büyük bir sevgiyle. Annesi gibi diye bir benzetme yapacaktım vazgeçtim. Onu herkesten ayrı, herkesten başka seviyor çünkü. Tamamen temizlendiğinden emin olunca, bir öpücük kondurup çirkin burnuna yolluyor çocuğu odaya. Kendisi de sıcak suyun altında biraz daha keyif yaptıktan sonra durulanıp çıkıyor duştan.

Çocuk kurulanmış, giyinmiş onu bekliyor banyonun kapısında. Elinde bornoz. Sarıp sarmalayıp alıyor kızı kucağına. Oturtuyor yatağın üzerine ve kömür saçlarını tarıyor. Yavaş yavaş. İncitmeden. Öpüyor, kokluyor ve “hadi bakalım eşek sıpası git kurut şimdi bunları” deyip bir şaplak atıyor kızın küçük poposuna.

Ehe mehe gibi salak sesler çıkarıyorlar. Belli canım epey şımarmış ve çokça mutlular. Bir şey var aralarında. Yok çok şey var aralarında. İnsanlar böyle duygulardan bu kadar uzakken. Ve açken. Günah işliyorlar resmen. Çok fazla hissediyorlar, çok fazla yaşıyorlar çünkü. Sahi nasıl bu kadar fazla? Nasıl geldiler bu noktaya. Ah bir bilseler. Deli işi işte. Akıllarını kaybetmişler. Her neyse..

Fazla derinleşti buralar. Boğulmadan gerçeğe dönelim. Kızında çocuğunda bir gün aklı başına geliyor. Sonra kız saçlarını kendi tarıyor. Çocuksa kendi başına yıkanıyor. Hep bir başlarına..

Çarşamba, Şubat 8

Adına da Derler Aşk.

Beyhudedir aşk adına verdiğin uğraşlar. Her seferinde elin boş dönersin, hepsinde ayrılığı tadarsın. Eh aptal ne diye kendini yorarsın? Kimse hak etmez candan sevilmeyi, kimse canından çok sevmez çünkü seni. Ay vazgeçtim bu kadar derinden anlatamayacak gibiyim şuan meseleyi. Ne bu kafiye olayı ya, içim şişti! Daha sığ konuşmak gerekirse; aşk meşk için boşuna yırtınıp durmayın canlarım çünkü hepsi illa ki bir gün b.ka saracak! Hatta daha da abartıp “en iyi erkek ölü erkektir” falan diyeceğim ama konu dışına çıkmak istemiyorum.

Nerde kalmıştık? Aşk bir sudur iç iç kudur gibi bir yerdeydik sanırım? Heh işte, bunlar içip içip kuduruyor sonrası böyle, üç verdin beş daha ver arsızlığı, g.tündeki dona bile karışırım yüzgözlüğü ( güneş gözlüğü, at gözlüğü falan hatta ), bu ilişki heyecanını kaybetti tatminkarsızlığı.. sazlığı..sözlüğü..

Sen daha en başında paylaşabileceğin ne varsa paylaş. Aldıkça al ehh verebildikçe ver.. Ortalık böyle bir cıvıklaşsın, el ense g.te parmak misali yüzgöz olun. Hayatım de, sebebimsin, maralımsın de, hatta daha da abart kocamsın erim erkeğimsin de. Sonra da “tırnağımdaki ojeye bile karışır oldu piç!” vay efendim ne haddine diye söylen. Yok öyle yağma! Sen adamın g.tünü daha ilk günden yellemeye başlarsan haliyle paşamda özgüven olur binbeşyüz. Adam senin hayatına turp suyu bile sıkar. ( turp suyu ne alakaysa? ) O saatten sonra nefes almak ve sıçmak dahil bütün her şeyine karışma yetki ve gücü onundur. Mızıldanmanın manası yok. Adama bu cesareti sen verdin, en tabii hakkıdır, kullanacak.. Ehh senin de elin armut toplamıyor diğğ mi?

İşte bu evre zaten başta çok sağlam kurulamamış saygı olgusunun iyice yitirildiği evredir. Bu aşama ilk etapta özgürlüğüne düşkün şahıslarda geri tepecek olsa da arada hatırı sayılır bir sevgi varsa çok geçmeden durum kabullenilir, kabullenilecektir. Karşılıklı olarak tarafların birbirlerine yerli yersiz müdahale etmeleri, kendilerine dair hiçbir özel alanın kalmamasına neden olur. Birbirlerinin hayatına yaptıkları etkiler zamanla misillemeye, ego tatminine, istismara dönüşür. Karşılıklı olarak birbirlerinin hayatına tecavüz ederler ve bu durum onlar için caiz hale gelir. Ve eşek ölüp ortaklık bitince bu kısım şu şekilde dillendirilecektir: “ben, hayatım boyunca kimsenin sözüne bu denli kulak asmamıştım elin piçi/yosması maymun etti bizi resmen. ahh benim salak kafam! değdi mi ha değdi mi?!”

+Arkadaşın x’e hiç kanım ısınmadı, onunla arkadaşlığını keseceksin. +Gece en geç saat onbirde eve dönmüş olacaksın. +Gece kulübü mü dedin? Bir git bakalım neler oluyor!!  Vs..vs.. Bu istekler ilişkinin boyutu ve yaşına göre daha da akıl almaz, gönül ferman dinlemez hale gelebilir, gelecektir.

Böyle böyle derken ne saygı kalır ne de ilk günkü sevgi.. Bu evre ilişkiyi ne hale getirdiğinizi görme ancak görmemezlikten gelme evresidir. Birbirinize dört bir yandan öyle sınırlar koymuşsunuzdur ki, nefes alamadıkça hırçınlaşır ve sorun çıkartırsınız. Yasakları ve kuralları tartışmaktan sevişmeye ( sevmenin işteş hali ) vaktiniz kalmaz. Sık sık ayrılığın eşiğine gelirsiniz. Verilen emeklerin, geçen zamanın, hissedilen duyguların hatırına kopan yerlere düğüm atarsınız. Ancak bir zamandan sonra hiçbir düğüm tutmaz olur.

Ortada su götürmez bir gerçek vardır. İlişki ve siz yeterince yorulmuşsunuzdur. Ve bir şeyler ( ?! ) artık bitmiştir. Bir daha da eskisi gibi olmayacaktır. Bu evre de kabullenme ve yolları ayırma evresidir. Bütün bir ilişki süreci boyunca hiçbir şeyin tam hakkını verememiş iki taraf çoğu zaman ayrılma evresini de beceremez. Eline yüzüne bulaştırır. Sakız gibi uzatır. Çirkinleşip insanlıktan çıkar..

Evet nolduuu? Senin “yalnızım dostlarım yalnızım yalnız” diye gezdiğin zamanlarda imrenerek izlediğin o çift çift çiftleşen çiftler ( ne diyorum ben ya? ) yalan oldu. Üç beş aya kalmaz birçoğu birbirinin adlarını bile hatırlamayacak. Güzel canını bu meseleler için üzmeye değmez anlıyorsun beni değil mi? Nereye gitsen durum budur çünkü. Çok nadir rastlarsın mutlu aşk hikayelerine. O da sana denk gelmedi gelmez.. Neyse bu yazımla sizlerin yarayan kananıza olmadı kanayan yaranıza, her neyse işte bir yerlerinize parmak basabilmek istedim. Esen kalın hoşça kalın canlar!

Cumartesi, Şubat 4

Gelin Olmuş Gidiyorsun!

Ağlamak benim için sanırım bir hobi haline geldi. Eskiden kendimi çok sıkardım kolay kolay da ağlayamazdım ama artık ( buradaki artık, yaşlandık artık evlat demek. ) canım bir şeye sıkılmaya görsün direkt açıyorum çeşmeleri. Bazen terapi niyetine bir sıkıntım olmadan da ağlıyorum. Yeter ki isteyeyim yani. Ağlayacak hiçbir şey bulamazsam, ölmüş olduğumu farz edip arkamdan en çok kimler üzülür, ağlar, kendini alkole, ona buna verir diye düşünüp olayları iyice dramatize ederek başlıyorum ağlamaya. Baya baya inanıyorum ölmüş olduğuma. Gerçekten acıklı.. Epey bir süre ağladıktan sonra ohh neyse ki hala yaşıyorum diyor ve kendime geliyorum.

Amma velâkin bu gece sıkıntım büyük. Kızımız bastıbacak Feriha ile boyuna posuna kurban olduğum Emirim erkeğim dünya evine girdiler. Ağlamak için bundan büyük bir sebep bulamam şuan. ( hiç şimdi ayy ne yavan şeyler izliyorsun, ne boş insansın allasen pozlarına girme! utanma ben de izliyorum de. ) Ya bir de işin garibi evde kalmama da daha çok var. ( daha bir iki cümle önce yaşlandık artık demiyor muydun sen? iyice saçmaladın. ) Ama ben neyin sıkıntısını yaşayıp bu kadar içlendim yine bilemiyorum.

Burada kendi kendimi şişirdim resmen yok bilemiyorum edemiyorum diye! Bal gibi de biliyorum. O aptal dizide olup biten her şeyin anca öyle aptal dizilerde olacağını gerçek hayattaki geçerliliklerinin sıfırın altında bilmem kaç olduğunu vs. vs.. Gerçek hayatta her şey orda aval aval izlediklerimiz gibi kolay ilerlemiyor. İşte benim deli dümbül ağlamamın nedeni bu olsa gerek.. Bölüm bitti ben salya sümük içindeydim. Ahh ahh off offflar havada uçuşuyordu. Odamdan sümüklerimi silmek için peçete almaya gittiğimde aynadaki halime takıldı gözüm ve bir gülme aldı ki beni anlatamam. ( dengesiz be bu dedin, duydum. sensin o. )

Gerizekalı bunların hepsi kurgu, oyuna geliyorsun car car ağlıyorsun. Gerçek hayatta, toplasan bir avuç günahı olmayan Feriha, deli gibi bir hırs ve nefretle hayatının içine etmeye çalışan Emir’i o kötü günleri ona hiç yaşatmamış gibi, ilk günkü sevgisiyle hayatına tekrar geri alabilir miydi? Feriha’ya çektirdiklerinin hepsi göööyaa sevgisinden olan, üst üste sıçıp sonra da sıçtıklarıyla güzel bir natürmort çalışması yapan Emir, intikammm diye geberirken ilişkinin en başında yaşadığı o masum duygulara bu kadar kolay dönebilir miydi? Bir insan iki gün önce vurun kahpeye zihniyetindeyken iki gün sonra gel maralım kaçalım bu diyarlardan, evimin kadını, çocuklarımın anası ol diyebilir miydi? Nayırrr efendim diyemezdi!! Dexter çakması bir psikopatın eline düştüler, ölümün eşiğine geldiler diye bir zamanlar birbirlerini ne deli sevdiklerini hatırlayıp aşka geldiler. Bıyıklı Feriha’ya iki dokundu diye kol kalınlığındaki ipleri koparıp efelenmeye çalışan Emir, Feriha’ya ucuz kadın muamelesi yaptığın günlerde kalbin nerene kaçmıştı yavrucuğum?! Sırf dünya ölümlü bir dünya diye onca çirkinliği hazmedecek aşk var mı bu devirde? ( bunların hepsi aynaya bakıp burnumu temizlemem esnasında geçti aklımdan ) Sıçarım böyle aşka da ızdırabına da diyerek temizlik işlemini bitirdim.

BTW: Ben Feriha’nın yerinde olsam otobüsün bagajından bavulumu almadan bırak kaçmayı iki adım öteye gitmezdim. Kıyafetlerim, aksesuarlarım, makyaj eşyalarım, bakım losyonlarım.. Ha pardon Emir zengindi, dünyaları alabilir bana. Hiçbir evlilik işlemi yaptırmadan, nüfus cüzdanları olmadan nikâh bile kıydırır, o derece yani. Fena yere kapak attım, ayy yani attın, aferin sana Feriha!

Cuma, Ocak 20

Okumalık Okul

Uzun süredir yazmıyorum, uyumuyorum, manikür yapmıyorum, hatta yaşamıyorum. Kıytırık bir okulun, fasulyeden bir bölümünü bitirme çabasına düştüm ki vay halime. Sanarsınız tıp mıp ( mıp? ) okuyorum da kotardım ortalığı. Altı üstü yüzlerce( ! ) sayfa okudum, kafa yordum, mantığını kavrayamadığımı ezberledim falan yani.

Her Allahın günü isyan, keder, gözyaşı! Çok yoruldum diye böğürdüm de ağladım. Millette “yazık be son sınıf tabi, işi çok zor. ” deyip poh poh üzerine poh poh bana.. Kandırdım len sizi, o ağlayan, stresten kusan kız ben değildim. Şaka yaptım. Zor olan bir şey yok. Bir bu kadar daha okusam gıkım çıkmaz. ( ?! )

Bu yaşıma geldim ( buyuncu yaş ) , oturup günler öncesinden bir sınava çalışmışlığım yoktur değil yoktu. Tonlarca konu son gün, son gece, bilemedin son saatlerde halledilir, sınavdan geçilirdi. Ben böyle gördüm, böyle yaşadım. Zekiydim nede olsa. Zehir gibi çalışıyordu aklım hatta. Yüz kez tekrar etmeye ne gerek vardı, salak mıydım o kadar? Salakmışım..

Şuan yazdıklarım beni sinirlendirse dahi, kabul etmem lazım. Ben bir inek oldum. Mor inek. Final haftası girmeden bilmem kaç gün önce başlayan hummalı çalışmam dün itibari ile son bulmuştur. Vatana millete hay.. Günlerce ders çalıştım, sabahladım, sınava girdim, döndüm, biraz-cık dinlendim, çalıştım, sabahladım.. Bu süreç 2 hafta boyunca böyle devam etti. Her gün aynadaki kaşa bıyığa sarmış yüzüme, kararmış göz altlarıma bakarak “ ne yaptılar sana kuzum, bu sen olamazsın. ” dedim. Ben, ben değildim ama bendim. Ağlamam bile değişmişti. Böğürmüyor mööö-ğürüyordum.

Ölüm sessizliğine girdiğim için merak edip arayanlar oldu, “ neler yapıyorsun cicim? ” diye. Kesintisiz iki hafta boyunca “ ders çalışıyorum. ” cevabını verdim. Zekiliğe sığdı mı bu? Kendini beğenmiş, çokbilmiş, ukala dümbeleği! Nolduuu? İşte böyle çalıştırtırlar adamı. Tabiri caiz midir bilinmez ama ebemi suya götürüp susuz getirdiler. Olan ebeme olmuş gibi görünse de siz görünüşe aldanmayın.

Uyku düzeni diye bir şey kalmadığı için şuan uykusuzluktan kafamda filler tepişiyor olsa da uyuyamıyorum. Ama yarına kalmaz kazısalar da çıkaramayacaklar beni yataktan. Yoksa gerçekten öleceğim zaten ebedi uyku olacak.

Öyle kıytırık, fasulyeden dediğime de bakmayın ha. Ayak onlar. Ben kibirli biriyimdir. Bu dördüncü sene fenaymış. “ Ben çalışmadan yapıyorum ehe! ” diyemesem de, inek gibi çalışmış olsam da kotardım işte var mı?! Bir maliyeci kolay yetişmiyor bikere! Beni ne tıp fakülteleri, ne mühendislikler istedi de “ hadi be onları dedem de okur! ” deyip attım kendimi ekonominin göbeğine. Ne sandınız?! Aman ne sanarsanız sanın. Ben beş dakikaya kalmaz horultular eşliğinde uyuyor olacağım. Allah hepinize gani gani sınavlar versin. Benim yaşadıklarımı siz de yaşayın beter olun falan!

BTW: Bu sınav haftamda manevi desteklerini eksik etmeyen, hemen hemen her gece ağlama krizlerimi ve bin bir nazımı çeken anneciğim, babacığım ve yakın çevreme şükranlarımı sunuyorum. Son Sınıf Faciası*2, bahar aylarında vizyona girecektir. Görüşmek dileğiyle..


Pazartesi, Ocak 2

Biraz Sinirlendim O Kadar!

2012 geldi canlarım. Bu durum size kutlu oldu mu bilemeyeceğim ama bana hiçbir b.k olmadığı kesin. Galiba şu sıralar biraz agresifim. Dolayısıyla yazı bol küfürlü olabilir “ ayol ben gelemem öyle şeye! ” diyorsan peşin peşin söylüyorum, devam etme okumaya.

Sosyal medyaya şöyle bir göz gezdirdim bir Allahın kulu da “ valla oturdum çerez yiyor, televizyon izliyorum. ” dememiş. Neden desin ama değil mi? Bu durumlar prestij meselesi. Evde pinekliyorsan bile belli etmeyeceksin, ortaya da bir iki asparagas attınmı “ bilmem nerelerde deliler gibi eğleniyoruz. ” diye tamamdır. Sende benden “bi’s.ktir  git! ” kazandın demektir. Unutma, bir ara uğra da al.

Herkes eğlencenin dibine vurmuş. Gebermişler eğlenmekten(?!) o derece yani. Hemen hemen hepsine lügatimin yettiğince sövdüm. Yine olsun, yine söverim. Bunun, yılbaşı gecesini yaklaşan finallerime çalışarak ve kös kös oturarak geçirmemle de bir alakası yok, içimden geldi hakikatten. ( hıhı kesin öyledir diyorsan sende bi’s.ktir git! )

Tamamı ile israftan ibaret bir gece. Her şeyden çok çok harcanıyor. İnsanlar bu gece ciddi anlamda manik. Çok zenginmiş gibi para harcıyorlar, çok mutluymuş gibi gülüyor, çok eğleniyormuş gibi dans ediyorlar, çok iyi içiyormuş gibi içiyorlar, çok seviyormuş gibi sarılıyorlar, çok istiyormuş gibi sevişiyorlar.. 3-5 saat için harcanan yüklü meblağlara, yalandan atılan onca kahkahaya, kusulan bir ton içkiye, boşa sarf edilen sevgi sözcüklerine, duygudan yoksun vücut yorgunluklarına yazık. Bunların hepsi çok fazla..

Benim yılbaşımda ise her şey çok azdı. Hatta yoktu. Oturdum biraz ekonomi çalıştım, sonra televizyona baktım, baktım, baktım. Sonra bıktım yattım. Alkol bile almadım o denli bir bezmişlik vardı üstümde. Güzel bir kırmızı şarap bulmak için uğraş, yanına en az iki çeşit peynir seç. Sonra ye, iç, sız. Gece susadığın için iki üç kez su içmeye kalk. Bir o kadar da tuvalete kalk. Sabah baş ağrısı çek. Zor geldi. Birkaç kişiden de davet aldım. Ama evde oturup içki içmek bile zor gelmişken kıyafettir, saçtır, makyajdır, mekandır, odur, budur çekebilir miydim sizce? Bence de.. Maddi boyutuna zaten girmiyorum.

Telefonum bir yahut iki kez çaldı ya da çalmadı. ( çalmadı. ) Aslında bu bir açıdan sevindiriciydi. Laf olsun diye atılan, “ bedava sms’lerin gücü adına! ” sloganlı toplu mesajlardan hiç almadım. Zira ekstradan sövdüreceklerdi beni. “ Seni seviyorum maralım gel yanıma, beraber geçirelim yılbaşını. ” diyen biri ( ikisi, üçü, dördü.. ) “ hayır, gelemem. ” dediğim için “sevişmeden uyumayalım ” şarkısını başka bir kıza armağan edeceğini söyledi. “ Kolay gelsin. ” dedim. En acısı ise sabah uyandığımda yine aynı Derya idim. Fas fakir (?!) ve yalnız. ( yaptığım demagojiden benim bile midem bulandı. ) “Biletine ne çıktı? ” diye soranlara da güzel bir cevabım var, burada söyleyemeyeceğim. Siz hayal edin. Hepiniz esen kalın, cingıl cingıl kalın, hoşça kalın..

Btw: 2011, hayatımın en lanet yılıydın. Tek mutluluğum senin öyle ya da böyle bitmiş olman. Nıhahah!