Perşembe, Kasım 3

Tohum.

Üçüncü belki beşinci denememden (çünkü şifremi dahi unutmuşum) sonra aylar ve de yıllar sonra bloguma ilk girişim. Maruz görelim bu gece beni dostlar hem biraz sarhoşum hem de yazmak nedir unutalı epey oldu. Buraya kadar yazdıktan sonra yarım saat kadar ekrana öylece bakıp birkaç şarkı dinledim devam ediyorum. Hatırlıyorum ilk yazmaya başladığım zamanlar içimin en derininin bir mengenede sıkıştırıldığını hissettiğim zamanlardı. Kanıyordum ve yazıyordum. Şimdi de kanıyorum. Birisi yahut bir şey yüzünden değil yaşadığım hayatın tümü yüzünden acı çekiyorum.

Çeyrek asırlık ömrüm boyunca her zaman saf duygular peşinde koşan bana bu hayat çok fazla mutsuzluk verdi. Bir kedinin kuyruk sallayışından, bir çocuğun tebessümünden duyduğum hazzı günlük yaşantımda, ikili ilişkilerimde bulamadıkça mutsuz oluyor ve yaralanıyorum. Yaşadığımız her ne varsa samimiyetin yakınından dahi geçmiyor; olan biten her şey bir görselden ibaret.

Ben kurduğumuz ilişkileri, ekilen tohumlara benzetiyorum. Ve kimse asıl önemli kısmın filizlenen çiçeğin kökü olduğunu düşünmüyor. Herkesin gözü çiçeğin yaprağında, tomurcuğunda. Göze hitap eden taraf iyiyse öyle böyle iş görür bir vakit tamam. Ama su lazım sonra özen lazım, sevgi lazım?? Kökleri güçlendirmek lazım, yaşatmak lazım?? Yılmadan usanmadan hep lazım?? Ömürlük?? Ömürlük mü?!! Etrafımız bir süre sonra toprağı susuz bırakılıp kök salamadan kurumaya terk edilmiş çiçeklerle dolu.

Ahh bir şey daha var tabii...  Her zaman toprağa da denk gelemezsin. Toprak sanarsın taş çıkar. Elinden geleni yapsan da filizlenemez tohum. Şarkıda dediği gibi "ben gönlünü toprak sandım taş imiş, meğer taşa tohum ekilmez imiş..." Bir yere bağlayabilecek gibiydim ama olmadı. Genelde bağlayamam zaten. Uyuyayım o vakit. Daha güzel gecelere...

1 yorum:

  1. Aslında bir duble rakı,belki de hafif bir sıla eşliğinde dinlemek isterdim. Gerçekten sevilebilmeyi ne kadar çok istediğini.

    YanıtlaSil