Pazartesi, Aralık 26

Çok Ateşliyim Haşmet!

Bu yaşıma geldim, beni tanıyan bir insan evladı da benim için bu hatun çok seksi, alımlı, çekici demedi, dediyse de duymadım. Hayır, yani Allah rızası için yalandan dahi olsa deseniz ağzınız mı yamulur hııı?

Derya mı? Evet ya çok tatlı! Ayy çok sevimli! Ne kadar sempatik! Cici bici! Bik bik bik bik.. Köpek mi seviyorsunuz, nasıl bir tipim var anlamıyorum ki! Ama bir gün, birisi tersime denk gelecek “ yeter bee sensin tatlı, aaa! ” diye carlayacağım. Bakalım o zamanda “ eheheh çok tatlısın. ” diyebilecekler mi?!

Benim de kendi çapımda bir karizmam, bir asaletim var. Kundakta bebek sevmiyorsun, kendine gel! derler adama. Neyse konunun özüne gelecek olursak bu gün yine deli dümbül ateşim var. Ben boş konuşmam Haşmet, ateşliyim diyorsam ateşliyimdir. Sen bunu göremiyorsun orası ayrı mevzu. Şu satırları yazarken derece bipledi, bakıyoruzzz 38,5 derece gösteriyor. Buna kanıt diyorlar Haşmet.

Ortaokul yıllarındaydık, okulun düzenlediği aptal saptal bir geziye gitmiştik. Neymiş efenim botanik bahçesi. İki tutam ot, üç beş kaktüs göreceğiz diye çıkardılar bizi bir dağın tepesine. Kuş uçmaz kervan geçmez derler bilir misin? He işte onun gibi bir yerdeyiz. Aylardan Nisan-Mayıs.. Güneş vuruyor tepemize, biz de otlamaya çıkmış kuzular gibi meleye meleye dolaşıyoruz tepe bayır.

Bitkilerin yanında Latince isimleri yazıyor, sanıyoruz ki dünyanın bir ucundan getirmişler de dikmişler buraya. Fal taşı gibi açıyoruz gözlerimizi, şaşkınız tabi! Kimse demiyor bildiğin akşamsefası çiçeği o yavrucuğum diye. Trapilis mapala ( uyduruyorum. ) gibi acayip isimler..

Akşam oluyor evlere dağılıyor herkes. Ben koştur koştur geliyorum eve. Anneme başlıyorum anlatmaya, ne matah şeyler gördüğümü; “ sadece akşamları çiçek açıyormuş, ismi de tapala mapalaymış yaaa ” diye. Annem “ E kızım akşam sefası o ya, anneannenin evinin orda var ben sana gösteririm. ”diyor. Bozuluyorum haliyle. Her anlattığım bitki onun bunun bahçesinde çıktıkça bana ateşler basıyor. Anne diyorum ben kendimi iyi hissetmiyorum, ateşim var sanki. Yüzüme dokunmasıyla çığlığı basması bir oluyor annemin, “ Derya, yanıyorsun sen! ” diye. Sabahtan akşama güneşin alnında gezinince bana olanlar olmuş anacım. İşte taa o zamanlardan bu ateş..

O gün Haşmet’i ilk görüşümdü. 40 dereceyi bulan ateşim bana ne Haşmetler gösterdi anlatamam. En son banyomuzun küvetinde su savaşı yapıyorduk kendisiyle ki kendime gelmişim. Huyun kurumasın Haşmet, ne güzel de eğleniyorduk! Her neyse derece yine bipliyor vee 39 derece! Kabul et artık Haşmet.. Bu arada soğuk bir duşa ne dersin?

Çarşamba, Aralık 21

Wishlist, Wishlist Olalı..

Her sene bu zamanlar alışveriş listesi yapar gibi; ehemm zengin olayım, ay beyaz atlı prensimi bulayım, geçen seneye göre daha fazla gezip tozayım, güzel bir iş bulayım, o çok beğendiğim bilmem kaç para olan çantayı da  alayım vs.. gibi bir ton götü havada isteği sıralamasına sıralıyoruz da, biri de çıkıp “ bunlar siparişle olmuyor be canım! ” demiyor değil mi? Vallahi ben artık diyorum!

Her sene aynı teraneden sıkılmadınız mı kızlar ya? Yeni yıl geliyor diye size de yeni yeni cici cici şeyler getirecek diye bir durum mu var? Varsa bunca yıldır şu yaptığımız listelerin kaç maddesine sahip olabilmişiz bir bakalım isterseniz? Yemin ediyorum halinize ağlamaktan canınız çıkar. Ben baktım, her biri wish-list değil adeta fail-list.. Sanki isteklerimi değil başaramadıklarımı, sahip olamadıklarımı sıralamışım. Elde ettiğim şeylerin sayısı da azımsanamaz ama Noel Baba’dan hediye beklemeyi bırakalı, aptal yeni yıl ruhundan da sıyrılalı çok oluyor. ( Ele verir talkını kendi yutar salkımı anacım bakmayın siz buna 2012 Wishlist’i çoktan hazır etmiş, koymuş kenara. )

Lise yıllarından beri her sene listenin en başlarına yazdığım şeylerden biri “St. Tropez’e gideceğim. ” olmuş. Ben bırak Güney Fransa’yı turlamayı yurt dışının y’sini görebilmiş değilim henüz. Yine kendimi bildim bileli listenin değişmez isteklerinden biri “ Hayatımın aşkını bulacağım. ” dır. Bulmasına buldum ama ne bulduğumu şuan söyleyemem, çok ayıp! 12-13 yaşlarındayken yaptığım listedeki bir isteği okuduğumda ise içim bir garip oldu; “ Annemin beni cezalandırmak için yok ettiği makyaj setimin aynısından bulup alacağım. ” demişim. Halamın, daha makyaj için yaşım uygun olmamasına rağmen bana hediye ettiği o makyaj setini dün gibi hatırlıyorum. Artık kozmetikle ilgili envai çeşit eşyam var lakin bir daha halamın bana hediye ettiği o set gibi bir şey görmedim. Almadım. Matah bir şey de değildi üstelik ama birçok şey gibi oda içimde kalmış..

Benim listelerden bu yazıya daha ne malzemeler çıkarda, bana vah vah edeceğinize kendi halinize bir bakın diye susuyorum. Aynı b.kun laciverti durumu ile karşı karşıya kalma ihtimaliniz çok yüksek. 2012 Wishlist’imle sizi baymayacağım. Dolu dolu bir sayfa yazmışım. Alacak listesi sanki! Yalnız şu kadarını söyleyeyim “ Hayatımın aşkını bulacağım. ” , “ Hayatımın aşkı beni bulacak. ” olarak değiştirildi. Ben ne yaptım ettim bulamadım, bir zahmet o beni bulsun artık. Zaten kazara bir bulsun beni, ona iki çift lafım olacak. “ Bu zamana kadar hangi yosmaların koynundaydın pislik, bu kadar bekletilir mi insan?! ” diye soracağım, daha ilk dakikadan başına ekşiyeceğim onun.
Huzur dolu bir yıl geçirmeniz dileğiyle canlar.. Ho ho hooo!

By the way: Google’ a “ let it snow ” yazın, göreceğiniz şey hoşunuza gidecek mi bakalım. J

Cumartesi, Aralık 10

En İyi Yaptığım Şey Kaybetmek.

Ben bugün bir şey kaybettim. Ben hep kaybederim. Tam kazandım derim, mutluyum derim. Mutluyum diye mutsuz olurum. Yine kaybederim. Ben beceriksizin tekiyim. Hiç beceremem. Hem ödleğimde. Aman yarın ne olur diye düşünmekten kendimi alamam. Ee haliyle bu günümü hiç yaşayamam. Kaygılarım var dağ gibi. Takıntılarım var bir deniz boyu. Sorsalar anlatamam. Anlatsam anlamazlar. Zaten sormazlar. Bana doktor değil, damdan düşen birini getirin misali. Aranızda hayattan düşeniniz var mı?

Bir parça sevgi için canımı verebilirim. Ama ben kedi değilim. Dokuz canım hiç olmadı. Olanda kalmadı. Yolun yarısına gelmeden halsiz düştüm. Nasıl devam ederim bilmiyorum. Bak hala yarını düşünüyorum. Ben bunu hep yapıyorum. Tam bir şeye sahip olacakken şüpheye boğuluyorum. Vazgeçiyorum. Çok açık elliyim. Benim olabilecek bir şeyi başkasına bırakıyorum. Benim diyebildiğim tek şey geçmişim. Yok yok onu kimselere bırakmadım. Hayret nasıl yapmadım?

İçinde “ zaman ” sözcüğünü kullanmadığım cümle sayısı çok az. Zamanla. Daha zamanı var. Zamanı geldiğinde. Zamanı değil. Ben her daim bekliyorum. Ama beni beklemiyorlar. Kaybediyorum. Sahi ben neyi bekliyorum?

Bir şeyi ya çok önemsiyorum ya da hiç önemsemiyorum. Bir ölçüsü var elbet bunun ama ben tutturamıyorum. Hadi siz söyleyin bu sefer. Evet kaybediyorum. Kaçıyorlar, terk ediyorlar, ihanet ediyorlar, ölüyorlar, öldürüyorlar. Hep mi kazanıyorlar? Hep mi kaybediyorum? Öyleyse durum çok vahim.

Sevgi ve nefret aynı cümlenin öğeleriyse, ben henüz öyle bir cümle kurmadım. Ama ya sevildim ya nefret edildim. Bunun da bir ölçüsü vardır. Ben daha göremedim. Tamam, benimde rastgele duygulara tahammülüm yok. Ama bir zaman “her şey ” iken bir zaman sonra “ hiç ” olmayı anlayamıyorum. Aranızda anlayan var mı?

Korkuyorum, şüpheleniyorum, kaygılanıyorum, zamana sarılıyorum, anlatamıyorum, anlamıyorlar. İşte ben böyle böyle kaybediyorum. Kazananlar öne çıksın. Saygılar..

Salı, Aralık 6

Tuvalet Deyip Geçmemek Lazım

Şimdi düşünüyorum da çocukken cidden geri zekâlıymışım. Saçma sapan bir sürü şeyden korkuyordum. Bu korkuların en şiddetlilerinden biri de tuvalet korkumdu. Gündüz bir nebze uğranılabilir iken, gecenin karanlığı çöktümü kapısının önünden geçmek dahi mesele olurdu benim için. Hayır, “ bok mu varda korkuyordum tuvaletten? ” diye soruyorum şimdi, hakikatten içerde boktan bol da bir şey yoktu yani.

Alaturka olanlar en nefret ettiklerimdi. İçeri giriyorsun orta yerde kapkara bir delik! Çocuk aklı işte.. Delikten hayal dünyamın en ürkünç canavarlarını çıkartıyor ve her birinin beni çekip içeri aldıklarını düşünüyordum. Tabi olay bana göre oldukça korkunçtu, deliğin içinde aklımın alamadığı kadar gizemli ve korkunç bir şeyler vardı biliyordum!? Bunca dehşete düşüren kurgudan sonra gelen çişte gerisin geri kaçıyordu zaten. Bende bir ohh çekip kapıdan geri dönüyordum. Evde alafranga tuvalet olsa dahi durum değişmiyordu. Delik hala delikti.

Saatlerce tuvaletimi tutuyordum ve hiç altıma kaçırmıyordum. Bunu nasıl beceriyordum bilmiyorum. Sanırım bu benim özel yeteneğimdi. Çevremdeki çocuklar ya tuvalete yada olmadı altına, gün içinde defalarca kez bu eylemi gerçekleştiriyorlardı. Ben kesinlikle farklıyım ( ödleğim ) deyip kendimi avutuyordum. Her gün aynı durumla karşı karşıya kalan idrar torbam, sınırlarını aşmış ve kapasitesinin üstünde çalışır olmuştu. Böbreklerimde ne denli sıkıntılar yaşandı hiç bilmiyorum. Şimdilik çalışıyorlar.

Annemlerde durumun farkındaydı. Gerçi onlara göre oyuna dalıyor ve tuvaletimi yapmayı unutuyordum. Bütün gün kendimi sıkıştıra sıkıştıra geziyordum, unutmak ne mümkün! Sonra sonra korktuğum için gitmek istemediğimi anladılar. Gece olup uyku saatim geldimi ilk sordukları soru “ tuvaletin var mı? ” oluyordu. Ben içimdeki fazlalığı zapt etmek için değişik figürler eşliğinde kıvranırken “ ıhıı hem de saatlerdir var!” diyemiyordum, olay yerini biran önce terk edebilmek için “ yok yok! ” diyor, odama yöneliyordum. Uykuda tuvaletimin olduğunu fark etmiyordum sonuçta.. Ama zamanla bu konudaki inandırıcılığımı kaybetmiştim. Annem kıvranmaya başladığımı fark ettiği gibi beni çekiştirerek tuvalete sokuyordu. Korkumu bastırmak için bir yandan şarkı söylüyor bir yandan da annemin gidip gitmediğini kontrol ediyordum, “ Anne orda mısın? ”  “ Evet ?!”  “ Hıh tamam gitme, bekle beni! ” .. Ben bir zamanı böyle abuk bir korkuyla, annemse tuvalet bekçiliğiyle tükettik anlayacağınız..

Bu yaşıma geldim hala tuvaletleri antipatik bulurum. Tuvalette oturup uzun uzun takılanlar, bir yandan da sigara içen, gazete okuyanlar neyin peşindeler, anlamlandıramam. Yeri mi yani orası? Nasıl bir zevk anlayışıdır bu?! Halledin işinizi çıkın! Belki sizin saçma sapan keyif anlayışınız yüzünden saatlerdir tuttuğunu kaçıracak olanlar vardır hıı?! Neyse benim ufak bir işim var şimdi. Anne ordasın dimi? Anne!?..

Cumartesi, Kasım 26

Sorduk mu? Vol.1

Geçenlerde saçma sapan bir sözlü tacize uğradım. Adamın biri “ heyt be ilik gibi! ” diye suratıma doğru böğürerek kendince iltifatta bulundu. Ama ben yapılan tacizden çok “ ilik ” kısmına takıldım. Dönüp “ hadi be ilikmiş, sensin ilik pis herif!! ” diyesim geldi zor tuttum. İlik ne ya sümük gibi!? Hayır, bir terbiyesizlik yapıyorsun bari adam gibi bir şey söyle de kendi kendime “ ben neymişim be hahayt! ” diye böbürleneyim öküz!

Bana kalırsa, her adım başında besmele çeken yaşlı teyzelerin toplatılması lazım. Zira kendileri bismillah yerine pismillahla olaya girdiklerinden bünyelerindeki yoğun tükürük salgısından çevrelerindeki insanlarda nasibini alıyor. P harfini mi yasaklasak yoksa? Her neyse işte..

Bazen aynada makyaj yaparken falan öyle bir tribe giriyorum ki, nasıl desem megalomanlığın ibrelerini zorluyorum. Hemen annemin sözü geliyor aklıma “ bir tane oldu ama iyi oldu, hakikatten güzel doğuruyorsun anne be! ” diyorum veriyorum gazı kendime. Arada sırada da ( sık sıkta olabilir ) kolumu bacağımı öperken buluyorum kendimi. Narsist olduğumu kim söyledi canım halla hallah?! Feyste kendi paylaştıklarımı layklamıyorum meselaaa!

Bir ara fena halde oda oyunlarına sarmıştım. Eminim biliyorsunuzdur, olay, kilitli kaldığın bir odada çeşitli yerlere saklanmış nesneleri ( bıçak, halat, anahtar, şifreler vs.. ) bulup uygun yerlerde kullanarak odadan çıkmaya çalışmaktan ibaret. Böyle ibaret falan dediğime bakmayın hee! Bazı oyunların başında saatlerimi harcadığımı bilirim. Çıkamadıkça kendi oturduğum yerde kilitli kalmış gibi hissettiğim ağlamama ramak kalan zamanlar olmuştur. Sonradan onlarında hileleri çıktı, nasıl bitirileceği orada burada yayınlanmaya başladı. Sen saatlerce beyin hücrelerine zulmettiğine yan!!

Bilirsiniz sık sık kurulan klasikleşmiş cümleler vardır. Onların en ünlülerinden biride, kız kişisi için “ ben erkek olsam varyaa.. ” , erkek kişisi için “ ben kız olsam varyaaa.. ” ile başlayan cümledir. Hayır, ne sanıyor insanlar anlamıyorum ki? Tamam, elini sallasan pezevenk, elini sallasan sürtük, haliyle insanlar özeniyor da, bu piyasayı daha da canlandırmanın alemi yok yani! Sen bi’git insan ol önce diğğmi ama!? Laf sırası gelmişken, ben erkek olsam varya kesin sapık olurdum. Zira şu halimle, güzel bir kız görsem yakışıklı bir erkeği incelediğimden daha fazla inceliyorum. Peşine takılıp uzun uzun izlediğim kızlarda olmuştur, erkek arkadaşımı ( öyle bir şeyim mi var benim ya? ) “ off hayatım hatunun bacaklara bak sütun gibi hay maşallah! ” deyip kıza doğru çekiştirdiğimde.. Bu konuda yapılacak bir şeyde yok zaten, estetik değilsiniz beyler kabul edin. Göze hitap edeniniz sayılıdır.

Böyle daldan dala oldu ama elden bir şey gelmez. Gecenin bu saati demedi yine otomatiğe bağladı beynim, tam anlamıyla fikir uçuşması yaşanıyor. Yazmasam kendi kendime konuşuyorum, bari yazayım dedim..

Çarşamba, Kasım 16

Orospuysan Söyle?

Bu sözcük cümle âlemin ağzında besmele olduğu için bende bol orospulu bir yazı yazmak istedim. Bahsetmeden de geçemeyeceğim, ben bu kıçı kırık bloğu açmadan yıllar önce blog âleminin dört yanına parmak atarken farkettiğim ve halada çok severek okuduğum Siminya’nın ahanda şu yazısı, bu yazımın abisi oluyor.
Sevgilisiyle beraber yaşıyormuş. OROSPU.
Gece yarısından sonra sokakta yalnızca orospularla ayyaşlar kalır. OROSPU musun?
Bir karış etekle çıkmış dışarı. OROSPU gibi.
Orasına burasına dövme yaptırmış, aklı fikri dikkat çekmek. OROSPU.
Dün gece yine bir arabaya binip gitti. Kesin OROSPUluk yapıyor.
Kocasından ayrıldığı gibi ortamlara geri dönmüş. OROSPU.
Kız arkadaşından çok erkek arkadaşı var. N’olacak işte OROSPU.
Annesi pavyonda çalışıyormuş. Oda biraz büyüsün annesi gibi OROSPU olur.
Zamanında hayatım diyordum ona, ayrıldık. Zaten OROSPUnun tekiydi.
Eski sevgilisi zengindi, tabi iyisine geliyordu onla olmak. Bize selam bile vermiyor. OROSPU.
Kısacası kadın mısın? Ehh bir şekilde OROSPUsun.

Ben ki parasını günde bilmem kaç erkeğin altına yatıp keyiflerini denk ederek kazanan, yaptığı iş de bu pis isimle adlandırılan kadınlara dahi OROSPU diyemezken, tanıdık tanımadık herkese bu adı yakıştıranlar, GERÇEK OROSPUluk sizin beyinlerinizde, kalplerinizde olmasın?!

Cumartesi, Kasım 12

Çok Güzel Uyurum Bildiğin Gibi Değil!

İsviçreli bilim adamlarının yapmış olduğu bir araştırmaya göre, en çok araştırma yapanların İsviçreli bilim adamları olduğu ortaya çıkmıştır. Lakin ki bunun konumuzla bir alakası yok.

Evet, İsviçreli (aramızda memleketin lafı olmaz lütfen..) bilim adamları günlerden bir gün yine bir araştırma gerçekleştirmiş ve insanoğlunun, hayatının 1/3 ' ünü uykuda geçirdiğini saptamışlar. Aferin onlara! Amma velâkin yapılan bu genelleme bana fazlasıyla boş geldi. Bunun için yüzlerce insanın uyku düzenleri hakkında veri sağlamaya çalışacaklarına, günde 8 saat uykunun erişkinler için ideal olduğu gerçeği ile yola çıkarak bu sonuca varabilirlerdi. 8/24 = 1/3 yapar, Milliyetçi Hareket Partisinin.. neyse konuyu dağıtmayalım..

Sen gel birde bana sor o 8 saatlik ideal uyku şeysini.. Bana göre bu işin idealmiş, vasatmış gibi standardını belirleyen bizzat benim keyfimdir! Ben bir günü bir gününe uymayan, ayarsızenerji.com bir şahsiyet olduğumdan mütevellit; 8 saatten aşağı olmaz valla darılırım, 9 saat olmuş kalk miskin kalk yapamam, her gün kendimi bu kronometrus vakası ile yoramam..

Depresyonumun debdebeli, depreşikli (beni eşekler depmiş.) dönemlerinde -ki genelde depreşiktir- uykuya uyku demem, ne derim bende bilmiyorum.. 16 saat aralıksız (endişelenme idrar torbama kastım yok, tuvalete kalktım.) uyuyabiliyorum, yaptım oluyor.. Adeta yatağımla, yastıklarımla sevişiyor, bir bütün oluyoruz. Birde manik dönemlerim var; siz insanlar ne dersiniz? Imm.. "uyku baldan tatlıdır" vallahi tadına bakmak aklıma dahi gelmiyor. Sıfır uykuyla bütün gün şeytanlılar gibi dolanıyorum. İki gün üst üste sıfırı görürsem algılama, vergileme kalmıyor, salak oluyorum. Vergileme demişken şu okulda bir bitse artık fena olmayacak. Ne anlatıyordum ben ya?! Neyse saat epey olmuş, uykumda gelmiş, hoş gelmiş..

Çarşamba, Kasım 2

Yel Değirmenlerine Karşı Don Kişot Muyum?

Bir hüsran daha mı? Yok yok ne tahammülüm ne gücüm kaldı.
Birisinin bunları demesi için bir dünya insanı hayatına almış ve beraberinde
ağzının payını da almış olmasına gerek yok. Şöyle esaslısından bir iki bozguna
uğradınızmı tamamdır feleğiniz şaşar. Sadece özel hayatla alakalı değil, ikili
ilişkilerin tümünde durum böyledir. Sütten diliniz yandıktan sonra yoğurdu
üfleseniz de yiyemez hale gelirsiniz boğazınızda kalır. “Seninki de dert mi be,
yoğurt yiyemiyormuş bize ne halla hallah!” demeyin yoğurt önemlidir yani,
vallahi bak!? Neyse cıvıtmayalım..

Hayatınız cebren ve hile ile kuşatılıp talan edildikten
sonra şöyle siner ve bir vakit beklersiniz artçı sarsıntıları. Artçılar mutlaka
olacaktır, olur. Yıkıntıların bittiğine inandığınız an doğrulursunuz yavaşça ve
hırpalanmış yerlerinizi bir bir tamir etmeye, iyileştirmeye başlarsınız. Hasar
büyüktür, aldığınız yaraları sararken ağlarsınız yer yer ya kapanmazsa bunlar,
ya eskisi gibi olmazsa diye. Olmayacak tabi kimler kandırıyor seni kuzum?! Ama zamanla geçer diyorlar? Sende buna inandın öyle mi!?

Gerçekten zamanla eskisi gibi olmasa da bazı şeyler yoluna
girer, yaralar kabuk bağlar, yıkılanlar eğri büğrü de olsa yerine koyulur. Kendi
sokaklarımızda dolaşır iyi iş çıkardığımız, hayatı tekrar sıkı sıkıya
kavradığımız için kendimizi tebrik ederiz. Lakin bir şey yoktur, yok olmuştur belki
de hiç var olmamıştır da neyse işte nasıl desem şey gibi “sıcaklık”.. Böyle bir
nefes gibi, ılık ılık.. Sokaklarımız ıssızdır, bizse yalnız..

Zamanla tekrardan birileri fark eder ıssız sokaklarınızın
güzelliklerini. Boyası dökülmüş, çatlamış duvarlarınızı aşmak isterler hayatınıza
dahil olmak.. O kırık dökük duvarlar zırh olur size yapamazsınız. Niye yapamadığınızı
sorar çevrenizdekiler. Sizde sorarsınız tabi kendi kendinize. Niye!? Korkuyorum
sanırım? Kötünün kötüsü günler yaşadım neyin korkusu bu? Besbelli ki korku
değil bu hissiyat. Yorulduğunuzu, inancınızı yitirdiğinizi sonra sonra anlarsınız.
Bir defa daha gönül rahatlığı ile hayatınızı başkalarının avuçlarına bırakıp,
şekillenmesini izleyemezsiniz, yok, olmaz. İnanamazsınız yalnızlığınızı
kalabalıklaştıracağına, güvenemezsiniz bir harabeden var ettiğiniz hayatınıza sahip çıkacağına.. Bir sarsıntıdan daha sağ çıkamayacağınızı bilir ve yapamazsınız.
Kendini, bilhassa da ruhunu ıssız sokaklarına hapsetmiş eksik
hayatların şerefine İ. İrem’de bir şeyler karalamış, evet İlhancım söz sende!

Sesleriniz cılızlaştı dostlar, yankılanmıyor,
Yollarımız gitgide uzaklaşıyor,
Mavi kubbeli bir odada, koro halinde,
Bağırıp durmayın yeter, 'daha çok ver' diye.
Veremem veremem veremem veremem!
Bir kalbim kaldı.
Veremem veremem veremem veremem!
Onu aşk aldı.
Veremem veremem veremem veremem!
Adresim saklı.
Veremem veremem.
Gelmediğiniz orası kaldı !
Yel değirmenlerine karşı don kişot muyum?
Uçuyorum durmadan ben pilot muyum?
Yel değirmenlerine karşı don kişot muyum?
Dilimde hep aynı şarkı,
İdiot muyum?
Seyretmesi keyifliydi dostlar, uzaktan sizi,
Üç perdelik komedi, oyunlar bitti.
Ne alkışlayın ne de ağlayın kapandı perde,
Ne anladıysanız onu düşünün sadece.
Veremem veremem veremem veremem!
Bir kalbim kaldı..

Cumartesi, Ekim 29

-Mış Gibi Yapmak

Acıyı, kederi yok etmek istercesine inkar ediyoruz kimi zaman.. Bitti diyoruz, artık üzülmek yok iyiyim. Hastalıklı hissiyatları, küf tutmuş anıları, iç buran her şeyi; üstüne bir örtü örtüp tavan arasında çürümeye terk ettiğimiz eski eşyalar-mış gibi varsayıyoruz. Gerçekten şöyle bir bakıldığında her şey yolunda gözüküyor, keyfimiz denk. Üstesinden gel-miş gibiyiz..


Hayat devam ediyor aynı bilindik haliyle, sürekli tekrar eden eylemler silsilesinin oluşturduğu bir kısır döngü misali..


Soran eden olursa hiç düşünmeden “ iyiyim valla n’olsun. ” diyoruz. “İyiyim mi? N’olsun mu?  Daha ne olsun ki aptal, gülmeyi unutmuşsun! O dudaklarındaki emanet tebessüm niye, kime?!” demiyoruz tabi iç sesi de susturmuşuz, iyi iyi güzel..


Arada da kendi kendimizi yokluyoruz “nasılım? iyiyim, hoşum..da sanki bir şey eksik gibi?? yok yea neyim eksik her şeyim tastamam, hımhım evet..”


Korkuları, yalanları, unutmak istenilenleri bir bir belleğimizin en ücra köşelerine gömüyoruz. Bir sürü mezar.. E tabi yine -mış gibi yapmaya devam..
Günlerden bir gün, bir ses yahut bir koku, bir an işte öyle bir an ki hortlatıyor bütün diri diri gömdüklerimizi, bozuyor oyunumuzu. Ağlıyoruz da sanki, evet evet ağlıyoruz.. Ama hani iyiydik, hani üzülmek,ağlamak yoktu artık??  Bir anlığına oyun oynamayı bırakıp kalıyoruz öylece.. Bir şarkının sözleri geliyor aklımıza “ gözyaşlarımızı bitti mi sandın? ” . Bitmediğinin ve bitmeyeceğinin bilmem kaçıncı kez daha farkına varıyoruz.  Sonra mı? Sonra susuyoruz. Yine bildiğimiz senaryo -mışmış da muşmuş gibi. Devam..

Çarşamba, Ekim 26

Sevmek Eskidenmiş Güzelim!

Modern zamanlarda aşk buharlaşıp uçmuş mudur, bu mudur? diye sorarım size. Valla güzelim budur yani, işine gelirse! dediğinizi duyar gibiyim.

Nerde o eski bilmem neler muhabbeti de pek bayar adamı ama değinmeden edemeyeceğim. Evet eski aşklar, sevdalar.. O zamanlar bir başka tezahür ediyormuş aşk, insan bünyesinde. Vuslat nedir bilmeden hicranla yanar tutuşurlarmış da yine de vazgeçemezlermiş sevdalarından. Sevdiklerinin bir bakışı, bir ömür sönmeyecek ateşini düşürmeye yetermiş içlerine. Şimdiki üç beş günlük ayrılıklarla külleniveren aşklara karşın kavuşamadıkça alevlenirmiş hissiyatları. Ayrılık, aşk olurmuş onlara bir nevi..

Pehh gel bir de şimdiki sevmelere bak! Seni seviyorum, senin için ölürümler ağızlara pelesenk olmuş herkes Leyla, herkes Mecnun. Yapma be vallaha mı!? Fırsatını bulan iki dakikada satar ne olduğunu anlamazsın. En küçük zorlukta toz olurlar, avucunu yalarsın. Zaten ne sen onun için ölürsün ne de o seni çok sevmiştir. Olup olacağı iki damla gözyaşı sonra yine vur patlasın çal oynasın.

Eskiler, sevgilerini anlatırken, “pek muhabbetle bağlıydık birbirimize, sevişerek evlendik.” gibi cümleler kurarlar. Ama buradaki “sevişerek” durumu  o zamanlarda sevmenin işteş hali-imiş, sen seversin o sever karşılıklı sevişirsiniz yani.. Selamlaşmak gibi. Lakin şimdilerde hakikaten -sevişerek- evleniyoruz.( hıhı kesin evlendin.) Demem o ki artık aşk dışındaki her şey aşk olarak nitelendirilir halde. Şehvet, ihtiras, ego tatmini, heves ve daha birçok şeyi aşktan bir haber insancıklar, aşk olarak adlandırıyor. Bir anda âşık olunuyor, eller birbirine dokunuyor, aşk dolu cümleler kuruluyor bol keseden, boydan büyük sözler veriliyor. Kısaca ne var ne yok ise pervasızca tüketilip aynı hız ile yollar ayrılıyor. N’olduuuu? Aşk bitti.

Haa gerçekçi duygular besleyebilecek kişilerin nesli tamamen yok mu oldu derseniz bilemem. Ender de olsa mevcut olduklarını düşünmek istiyoruz, hala umudumuz var. Duyan gören varsa bir haber etsin, sevaptır..

Kapanışı birbirlerini eşekler gibi seven modern aşıklara ithaf ettiğim saçmalamasyon bir dörtlükle yapıyorum, aşkla kalın hahayt!

Ellerimle yedirdim bir tabak vişne,
E tabi ardından birazda cilve işve,
Sabahlara kadar sürdü aşna fişne,
Öldük vallahi kişne kişne!

Elimden bir blog çıktı.

Kaç zaman önce niyetlendim blog yazmaya ne siz sorun ne ben söyleyeyim. İşime gelmiyorsa ertelemeyi pek severim. Nitekim yıllardır blogdan bloğa gezdim de ehh ben de bir şeyler yazayım artık demedim. Yok bu tam olmadı demesine dedim aslında, çokta yazdım üstelik ama kimselerle paylaşmadım adam akıllı. Paylaşmayı da severim oysa ki.. Her neyse işte bu gün bu işe girişmem için sağlam bir sebebim olduğunu farkettim, farketmeseydim daha mı iyiydi bilmiyorum. İşime gelmiyorsa bilmiyormuş gibi yapmayı da severim. Iım uzun lafın kısasından kalmamış ama hadi hoş bulalım bakalım..